Mevlana'nın Aşk Anlayışı
Mevlana'nın Aşk Anlayışı
MEVLANA’NIN AŞK ANLAYIŞI
Anadolu’da tasavvufun ilk akla gelen isimlerinden birisi Mevlana’dır. Mevlana Türk dünyasının en hisli ve insani olana önem veren simalarından birisidir. Aşkı ve aşkın tanımlarını bu bağlamda en çarpıcı betimlerle dile getirerek felsefenin ana konusu haline getirir. Dolayısıyla Mevlana’nın öğretileri başlı başına bir aşk felsefesidir. Ona göre aşk, kalbe hoşluk veren, göze ve gönle hitap eden ve bütün iyi, güzel ne varsa kendinde barındıran bir duygu durumudur. Aşk insanı insan kılan en önemli ve en değerli duygulardan biridir. Dolayısıyla insanı diğer canlılardan ayırır ve onu diğerlerinden farklı kılar. Aşk anlayışını en çarpıcı betimlemelerle dile getirmeye çalışan yine Mevlana’da bulabiliriz.
Mevlana’ya göre aşkın tanımı doğrudan yapılamazdı. Çünkü aşkı tanımlamakta dil biçare kalır. Öyle ki aşkı tecrübe etmeyen bir insan ise aşkı tanımlayamaz. Mevlana’ya göre aşk tarif edilemez bizzat aşkı yaşar ve hisseder. Ona göre aşk deruni ve ruhani bir şeydir.
Ona göre aşkın kaynağında alemlerin Rabbi olan Allah aşkı yatar. Dolayısıyla insan yaratıldığının bilincine sahip olduğu için kendisini yaratan yaratıcıya aşık olur. Özellikle Hakk’a duyduğu aşk onu şahsına münhasır bir kişilik yapar. Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözünden anlayacağımız gibi o, Rabb’e duyduğu aşk ile var oluşa gelir. Bu esnada var oluşunu biçimlendiren her türlü etki ve etkenlerden vazgeçer. Aşk ile varlığının bilincine vararak kendisiyle baş başa kalır. Bu sebepten ötürü de Rabb’e bağlanır. Dolayısıyla insan kendini Rabb’e teslim eder. Rabbi ise kendini insanlara sunar. İşte insan aşk ile zihnini bileyler ve ruhunu temizler. Böylelikle insan Allah aşkı ile kalp aynasını cilalar ve ona muktedir olur.
Aşık derdini gönlündeki inlemelerle anlatır. Onun inlemeleri aşk uğruna attığı naralardır. Aşığın hastalığı diğer hastalıklar gibi değildir. Aşığın hastalığı diğer hastalıklardan farklıdır. Çünkü aşığın derdine derman hastalığına çare ise sadece sevgilidir. Onun gönlüne su serpen de, onu tedavi eden de sevgilidir. O cenabı-ı Hakkı’n sırrına erendir. Yani Allah’ın sırlarına vakıftır. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın sırlarını gözler önüne seren bir araçtır.
Aşık içinde bulunduğu arayış halinden adayış haline geçmiştir. Mevlana aşk için maddi ve manevi olarak kendini feda etmekten çekinmemiştir. Ona göre kuru kuruya da sevmek olmaz. Aşkı her haliyle göstermek ve yaşamak gerekir. Bu yüzdendir ki Mevlana aşk için yok olmayı ve ölmeyi tercih etmiştir. Yok olmakta hiç olmayı gerektirir. Hiçlik onun için belirsizlikten öte açık ve yalın gelir. Hiç olmak onun için anlamlıdır. O masumiyeti ve suküneti hiçlikte idrak eder. O yüzdendir ki o ölüm gününü doğum günü olarak ilan eder. Çünkü Rabb ile kavuşacağının hayalini içinde taşır. Adeta aşk için yanıp tutuşur ve kor haline gelir. Mevlana’nın Şeb-i Arus anlayışı da bu prensip üzerinde yükselir.
Mevlana, hazır ve nazır bir şekilde kendini Hakk’a teslim etmiştir. Adeta Hakk’ın kisvesine büründürmüş ve onda kendini eritmiştir. Aşk deryasına karışıp kendi yüreğinde ve ruhunda Hakk ile tamamlamak niyetindeydi. O aşka aşık olmakla kalmayıp aşkın kendisi haline gelmişti. Aşk Mevlana demekti. Mevlana ise aşk demekti. Aşk ile Mevlana tek bir vücut haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki o, aşk ile bütünleşmişti.
1.AŞK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
- 1.1. Aşk ve Tasavvuf
Mevlana’nın tasavvuf anlayışı aşk ve cezbe hali üzerine kuruludur. Tasavvuf onda kısaca koşulsuz ve şartsız Allah’a beslenen en latif duygulardır. Mevlana Mesnevi adlı eserinde “ Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır; aşıklara şeriatta Tanrıdır, mezhepte Tanrı” demiştir. Bu ifadelerden de anlayacağımız gibi onun anlayışının merkezi Allah’tır. Cenab-ı Hakk’a aşk ise “sevgi, dostluk ve muhabbet” duygularıyla kendini gösterir. Bu duyguları ona besleyen ise insandır. Onun adını aşk ile yad eder. Ona ulaşmak için her yolu dener. Dolayısıyla Mevlana insanı en özel ve değerli bir varlık olarak addeder.
Mevlana’ya göre insan her şeyden önce kendinden emin olmalı ve ne istediğini tam olarak bilmelidir. İnsanın kendinden emin olması da sorumluluk alma bilincini de beraberinde getirir. İnsan Hakk yolunda eğer aşk ve cezbe halinden cayacaksa o insan sorumluluk alabilecek vasıfta değildir. Eğer aşık Hakk’a ulaşmayı amaç ediyorsa bu uğurda kararlı olmalı ve emin adımlarla yol almalıdır.
Mevlana’ya göre aşk ilahi aşkta kademeli olarak tecelli eder. Cenabı Hakk birliğin en mükemmel temsilcisi sayılırken alemdeki varlıklar ise çokluğu içermektedir. Külli olan Cenabı Hakk’ın yarattığı her varlık onun cüzleridir. Alemdeki bütün cüzlerin en özeli insandır. İnsanların her bir parçasına ise külli olan Hakk sirayet etmiştir. Külli olana duyulan aşk ise kalpte ve ruhta yer edinir. İnsan işte bu yeti ve yetenekleriyle dünyaya gelmiştir. Öncelikle insan öz bilincine ulaşınca maddi ve fiziksel olana karşı aşk duyar. Bu aşk genellikle insana, hayvana ve doğaya karşı duyulan aşktır.
Mevlana’ya göre maddi ve fiziksel olana duyulan aşk geçici bir aşktır. Adından da anlaşılacağı üzere bu aşk, fani yani gelip geçicidir. Maddi alemde, Fiziksel ve bedensel olarak arzu ve tutkuları barındırır. Dolayısıyla Mevlana’ya göre geçici aşk peşine düşen insanlar saf aşkın kendisinden uzaklaşır. Bu anlamda aşık, gereksiz hissiyata kapılır. Paranoyak davranabilir ve bencil olabilir. Dolayısıyla da kişi yanlış tutum ve davranışlar sergileyebilir ve kendini hata yapmaktan alıkoyamaz. Yine aşık aşkın mahiyetini göremez ve hakikatinden uzaklaşır. Geçici aşkın girdabına kapılan insanlar tıpkı oradan oraya savrulan bir yaprak gibidirler. Yönünü ve rotasını kaybederler. Yönünü ve rotasını kaybeden aşığın kafası karışır ve aklı bulanır. Böylelikle kafası karışan aşık ise kendilerini unutup öz benliğini yitirir.
Mevlana geçici aşkı ele aldıktan sonra geçici olan aşkı gerçek aşka uzanan bir merhale olarak izah eder. Hatta Mesnevi’sinde “ Geçici aşkı gerçek aşka geçen bir köprü” olarak görür. Geçici aşk ilk adımı oluşturur. Öncelikle insan gelip geçici olana bir aşk duyar. Bu esnada insan o kimseyi veya o şeyi tasavvur ve tahayyül eder. Çünkü insan sevdiğinden başka kimseyi görmez. Adeta onun sureti aklına ve kalbine kazınmıştır. İnsanın kalbi onun için çarpar yine nabzı onun için atar. Onu gözünden ve gönlünden sakınır. Onu herkesten ve her şeyden kıskanır. Onu kimseyle paylaşamaz. Dolayısıyla aşık ona karşı tabi olarak hassas ve duyarlıdır. Bununla birlikte aşık o kimseye karşı hiçbir fedakarlıktan gecikmez. Elinde ne var ne yoksa kaybetmeyi göze almıştır bile.
İnsanın yaratıcıyla olan bağını gerçek aşk yani Cenab-ı Hakk’a duyulan aşk daimi kılar. Aşk kul ile Allah arasındaki iletişimi sağlayan, ilişkiyi düzenleyen ve daimi kılan bir bağdır. Onun amacı insanlar ile Cenab-ı Hakk’ı kavuşturmak, insanlara hakikati göstermek ve insanların kendi özlerine dönmesini sağlamaktır. Mevlana alemlerin yaratıcısı olan Cenab’ı Hakk’ın idrak ve ihata edilebilmesi için bunları gerekli sayar. Çünkü insan hakikati görmeden ve kendi özüne dönmeden Cenab-ı Hakk’a kavuşamaz. Dolayısıyla Mevlana’ya göre bilmek ve bildiğini eylemek ön plandadır.
- 1.2.Aşk ve Kalp
Kalp organ olarak her canlı da vardır. At, eşek, kedi ve köpek gibi canlıların bir kalbi vardır. İnsan da kalbin organ olarak bulunmasının yanı sıra kalp, gönül, ruh ve mana ile anılır. Mevlana’da kalp, akıl ve iradeye tekabül eder. Ona göre kalp insanın neliğinin ve hakikatinin en önemli simgesidir.
Mevlana’ya göre kalp külli bir cüz olup mana aleminin batınıdır. Bu anlamda kalbini terbiye eden her insan alim ve müdrik olur. İlim noktasında kemale ere. Dolayısıyla belli bir olgunluğa erişen her insan öncelikle eylerken ve davranırken kalbine danışır. Kalp sev derse sever, uzak dur derse uzak durur ve yalvar derse yalvarır. İşte kalpte kamil insana ne yapması ve nasıl davranması hususunda yol gösterir.
Özellikle Mevlana kalbi Tanrı ile irtibatı sağlayan en önemli köprülerden biri olarak görür. Kalp ruhun gözü, kulağı ve merkezidir. Başınızdan ne geçerse geçsin, ne yaşarsak yaşayalım; kalbimiz de bizimle beraber yaşar, görür ve duyar. Kalp belli başlı iç görülere sahiptir. İç görülerimiz bizim reflexio yaparak kendi kendimizle yüzleşmemizi ve yaşadıklarımızı muhakeme etmemizi sağlar. Dolayısıyla kalp bizleri yaşadıklarımızdan sorumlu tutar. Yaşadıklarından sorumlu olan her insan Rabb’e sıkı sıkıya bağlıdır.
Sonuç olarak, Mevlana’ya göre kalp gönül anlamına gelmekteydi. Kalp aşıkların ayaklarına mana aleminin kapılarını sermekteydi. Mevlana kalp ile ilgili benzetmeler yapmıştır. Bu benzetmelerden anlaşılacağı gibi, aşık öncelikle kalbini temizlemeli ve kalbine yönelmelidir. Yine Mevlana kalp ile insan bedeni arasında bir ilişki kurmuştur. Kalbi duyu organlarından ve akıldan üstün tutmuştur. Ona göre, akıl her şeyi idrak edemezdi. Akıl Hakk’a ulaşmada sınırlı bir kapasiteye sahipti. Dolayısıyla Mevlana’da kalp ve kalpten gelen duygular büyük önem taşımaktaydı. Aynı zamanda kalp aşığın duygularının tercümanıdır. Buradan hareketle de Mevlana’ya göre aşık Cenab-ı Hakk’ın en değerli sırdaşı ve yoldaşıdır.
0 Yorum